19 saat önce
Günümüzün hızla değişen toplumsal yapısı, bireylerin ruh sağlığını ve sosyal ilişkilerini derinden etkiliyor. Bu değişimlerin bilimsel düzlemde çözümlenmesi ve doğru politikalarla yönlendirilmesi ise alanında yetkin, disiplinler arası çalışan akademisyenlerin katkısıyla mümkün. Psikoloji ile sosyolojiyi buluşturan, ulusal ve uluslararası birçok çalışmaya imza atan Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer’le yaptığımız bu özel röportaj, hem toplumsal dönüşümün psikolojik yansımalarını hem de bireysel iyi oluşu mercek altına alıyor.
Modern toplumların karmaşık yapısı, tek disiplinli bakış açılarıyla tam kavranamıyor. Psikoloji, bireyin iç dünyasına odaklanırken; sosyoloji, onu çevreleyen normları, kurumları ve kültürel kodları inceler. Bir öğrencinin ilişkisel tükenmişliği yalnızca kişisel mesele değildir; o bireyin ait olduğu kültür, aile yapısı ve iletişim biçimleriyle bütünleşik bir süreçtir. Tükenmişlik sendromu örneğin, Bakınız: https://ayaktangelensaglik.com/tukenmislik-sendromu-nedir-ve-ayak-masaji-etkisi bağlantısında da belirttiğim üzere, makro düzlemde toplumsal beklentilerle, mikro düzlemde kişisel kaynakların çatışmasından beslenir. Disiplinler arası yaklaşım bu nedenle kaçınılmazdır.
En görünür ama en az fark edilen problemlerden biri empati eksikliği. Dijitalleşen dünyada iletişim kazaları ve sessiz çatışmalar artıyor; insanlar duygu paylaşımını erteledikçe psikolojik şiddet form değiştiriyor. Bu durum, kadınların iş yaşamında karşılaştığı “cam tavan” olgusuyla da birleşiyor. Bakınız: https://ayaktangelensaglik.com/kariyer-engelleri-ve-cam-tavan-sendromu bağlantısında ayrıntılandırdığım gibi, görünmeyen engeller yalnızca ekonomik değil, psikolojik baskılar da yaratıyor. Eğitimlerimde ve seminerlerimde empati, iletişim onarımı ve bilinçli farkındalık modüllerine özellikle yer veriyorum. Çünkü empati eksikliğini gidermek, toplumsal şiddet döngüsünü kırmanın anahtarlarından biri.
Travma yalnızca bireysel düzeyde iz bırakan bir olgu değildir; aynı zamanda toplumların kolektif hafızasında da derin izler bırakır ve zamanla katman katman birikir. Depremler, savaşlar, göç krizleri, salgın hastalıklar ve ekonomik buhranlar gibi geniş ölçekli toplumsal olaylar, sadece o anı yaşayan bireylerin değil, sonraki kuşakların da psikolojik yapısını etkiler. Bu etkiler genellikle kuşaklar arası aktarım yoluyla sürdürülür ve yeni nesillerin duygu regülasyonu, stresle başa çıkma yöntemleri ve sosyal ilişkileri üzerinde belirleyici rol oynar.
Sosyolojide “kolektif travma” kavramı, bir toplumun tamamını veya önemli bir kesimini etkileyen travmatik olayların, ortak bilinç ve toplumsal yapı üzerindeki etkisini analiz etmek için kullanılır. Bu kavramı psiko-toplumsal bir çerçevede ele almak, hem politik karar vericiler hem de ruh sağlığı uzmanları açısından hayati öneme sahiptir. Zira bireysel travmaların ardında sıklıkla sistemik ve yapısal sorunlar yatar. Örneğin, büyük bir ekonomik kriz sonrası artan işsizlik oranlarının, bireylerde çaresizlik, kaygı ve öfke gibi duygusal durumlara neden olduğu; bunun da aile içi şiddet, çocuk istismarı ve toplumsal kutuplaşma gibi sonuçlara yol açtığı gözlemlenmiştir. Bu tür korelasyonlar, sadece ekonomik ya da hukuki çözümlerle değil, aynı zamanda psikolojik destek ve sosyal dayanışma mekanizmalarıyla da ele alınmalıdır. (Bkz: https://ayaktangelensaglik.com/iyi-hissetmemek-ve-kisisel-sinirlar)
Politikalar geliştirilirken yalnızca sayısal veriler ve ekonomik göstergeler değil, aynı zamanda toplumun ruh sağlığı durumu da göz önünde bulundurulmalıdır. Toplumsal travmanın etkilerini azaltmak için, önleyici ruh sağlığı hizmetlerinin yaygınlaştırılması, afet sonrası psikososyal müdahale ekiplerinin güçlendirilmesi ve toplumsal dayanışmayı artıran kamusal alanların oluşturulması büyük önem taşır. Unutulmamalıdır ki iyileşme, sadece fiziksel yaraların sarılmasıyla değil; aynı zamanda kolektif hafızanın tanınması, işlenmesi ve dönüştürülmesiyle mümkündür.
Paradoks şu: Bağlantı imkânlarımız hiç olmadığımız kadar fazla, fakat gerçek bağ kurma becerimiz azalıyor. “Dijital oksijen” dediğimiz sosyal medya onayı, kısa süreli dopamin artışları yaratsa da derin ilişkileri beslemiyor. Göz teması, jest-mimik üzerinden kodlanan empatik geri bildirim çevrim içi ortamda çoğunlukla kayboluyor. Bu nedenle “iletişim kazaları” kavramını sıkça kullanıyorum; çünkü insanlar fiziksel şiddet yerine pasif-agresif tavırlara, duygu yok saymaya veya “ghosting” gibi kavramlara başvuruyor. Bunların hepsi psikolojik şiddetin modern görünümleri.
Kadınların karşılaştığı görünmez engeller, ekonomik eşitsizlikten çok daha derin. Örneğin cam tavan, yalnızca terfi alamamak demek değil; aynı zamanda sürekli ispat çabası, kronik stres, kendilik değerine ilişkin erozyon demek. İş yaşamında psikolojik şiddetin görünmeyen boyutlarını Bakınız: https://ayaktangelensaglik.com/kariyer-engelleri-ve-cam-tavan-sendromu yazımda ayrıntılandırdım. Ayrıca, “duygusal emek” kavramı kadınların iş yerinde ekstra beklentilerle karşı karşıya kalmasına neden oluyor. Bu durum, uzun vadede tükenmişlik, kaygı bozuklukları ve somatizasyon riskini artırıyor.
Üniversite koridorlarında üretilen bilginin toplumun gündelik pratiklerine dokunması gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden kamu kurumlarıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla ve yerel yönetimlerle ortak projeler yürütüyorum. Örneğin, göçmen kadınların entegrasyon süreçlerine yönelik psikososyal destek modülü geliştirdik. Ayrıca lise düzeyinde “dijital zorbalıkla baş etme” atölyeleri düzenleyerek gençlerin çevrim içi güvenli ortamlar oluşturmasına katkı veriyorum. Akademik üretkenlik, toplumsal faydaya dönüşmediği sürece eksik kalır.
Bilgi çağında kritik beceri “bilgiyi süzmek”tir. Okyanus kadar veri var ama bilimsel temele dayanmayan bilgi kirliliği de bir o kadar fazla. Gençleri, eleştirel düşünme alışkanlığı kazanmaya, metodolojik sağlamlık aramaya ve etik duyarlılığı korumaya davet ediyorum. Disiplinler arası perspektif geliştirin; psikoloji okuyorsanız sosyolojiyi, ekonomi okuyorsanız davranış bilimlerini takip edin. Mümkün olduğunca uluslararası literatürü tarayın, çünkü küresel etkileşim yerel sorunları da dönüştürüyor. Son olarak, hata yapmaktan korkmayın—bilimsel ilerleme, eleştiriye açık olmayı gerektirir.
Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer’le gerçekleştirdiğimiz bu röportaj, günümüzün karmaşık toplumsal ve bireysel dinamiklerine dair çarpıcı içgörüler sunuyor. Disiplinler arası yaklaşımın sunduğu geniş perspektif, genç akademisyenler için yol haritası niteliğinde. Empati eksikliği, sessiz çatışmalar ve travmatik toplumsal hafıza gibi kronikleşen sorunlar, bilimsel bakış açısıyla ele alındığında çözüme giden yeni kapılar açıyor.
Yıldırımer’in vurguladığı gibi, akademik bilginin sahaya inmesi, yani yaşama dokunan politikalara, eğitim programlarına ve sosyal projelere dönüşmesi, kalıcı toplumsal dönüşümün anahtarı. Bu dönüşüm, bireysel ruh sağlığından toplumsal refaha kadar geniş bir yelpazede pozitif etkiler yaratıyor.
Daha fazla bilgi ve Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer’in diğer yazılarına ulaşmak için https://ayaktangelensaglik.com/ adresini ziyaret edebilirsiniz.